Bir gün olsun deneyelim

Birbirini hiç tanımayan insanların bile, herhangi bir nedenle yüz yüze gelmeleri halinde birbirlerine tebessüm etmeleri, asgari olarak evrensel bir nezaket kuralıdır. Oysa, apartmanın merdivenlerinde, caddede, dolmuşta, resmi dairelerde karşılaştığınız insanların yüzlerine dikkat edin. Ekseriyetle asık suratlı bireyler göreceksiniz. Günden güne daha bir belirgin olarak, asabi, kaşlarını çatmış, yüzünü asmış, tahammülsüzlüğü her halinden belli, ses tonu yüksek, karşısındakilere emir verircesine konuşan, selam-sabah bilmeyen, hal -hatır sormaz insanlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Hiçbir çıkar ilişkiniz olmasa da, karşı karşıya geldiğiniz bir kişinin yüzüne bakıp, göz teması kurmanız, ona gülümseyerek selam vermeniz gerekirken; dükkanına alış veriş için girdiğiniz esnafın, yüzünüze bakmadan “Ne istiyorsun?” diye sizi karşılaması; devlet dairesinde işiniz düştüğünde görevli memurun “Bir sen eksiktin! Sen de nereden çıktın şimdi?” dercesine, isteksizce davranması, sizde nasıl bir duygu uyandırıyor? Kapı komşunuz, meslektaşınız, işyeri arkadaşınızın da tavrı çok farklı değil. Allah’ın selamını Allah’ın kullarından esirgeyen; bir tatlı dili, bir güler yüzü hemcinslerine çok görenler az değil.
Kendisiyle barışık olmayan; gönül dünyasını hırs, kıskançlık, kin doldurmuş; sevgi, ve paylaşımın sıcak iklimine hasret; mutlu olmayı, erişemediği, belki de asla erişemeyeceği hedeflere ertelemiş; bu nedenden dolayı, sahip olduğu dünyada tatminsiz ve hiçbir şeyden haz duymayan; aç gözlü, samimiyetsiz, bencil tipler giderek çoğalmaya başladı. Kendisiyle barışık olmayanların ise, barış içinde bir dünya kurmaları hiç mümkün değildir.
Kişisel hedeflerine kilitlenmiş; çevresindekilere kendi dünyasında biçtiği role göre değer veren; başkalarının dünyalarını, duygu ve düşüncelerini önemsemeyen; onlara birer nesne gibi muamele edenlerle giderek daha sık karşılaşmıyor muyuz? Ne ibret vericidir ki, çevrelerindeki insanlara hiç değer vermeyen bu benciller, bir çıkar umdukları kişiler karşısında da, tam aksine aşırı kişiliksiz oluyorlar. Hemencecik dalkavuklaşıveriyorlar. Üstleri karşısında eğilgen, astlarına cebbar davranmayı tercih ediyorlar.
Bu durum onları üzmüyor. Çünkü, onlar toplum içinde sevilip, itibar edilen, saygın bir insan olmayı önemsemiyorlar. Karizmatik olma peşindeler. Sevgiye değil, güce dayalı saltanatı amaçlıyorlar. Oysa, bilmiyorlar ki, güç, oynak ve çok çabuk değişen bir enstrümandır. Kalıcı olan sevgi temelinde başarılanlardır. Güce bağlı elde edilen değerler, çok çabuk yitirilir ve sahibine iç huzuru vermez.
Paraya, makama, korkuya dayalı kazanımlar sizin değildir. Kendinizi onların sahibiymiş zannetme yanılgısına düşmeyin. Gün gelip yoksullaştığınızda, yaşlandığınızda, emekli olduğunuzda, zayıf düştüğünüzde göreceksiniz ki, onlar sizin değilmiş. Başınız eğik ve yapayalnız olarak ayrılacaksınız bu diyardan, size çok zor gelse de… Geriye, kötü bir isim, hoş olmayan anılar ve vicdan azabı kalacak. Aslında önemli olanın, başkalarına nasıl göründüğünüz değil; gece yatağa girdiğinizde kendinize nasıl baktığınız olduğunu anlayacaksınız. Kırdığınız kalpler, aldığınız ahlar, yediğiniz haklar sizi rahat bırakmayacak.
Oysa, birbirimize sevgiyle, adaletle, güler yüzle, tatlı dille davransak; birbirimizden pozitif enerji alsak “bu üç günlük bu dünyada” mutsuz olmak için çok sebep kalır mıydı? Mutsuzluğu, asabiliği, doyumsuzluğu, bıkkınlığı yaymak yerine; aramızda yaşama sevincini, umudu ve sevgiyi diri tutmalıyız. Bunu yapabilsek, hem biz mutlu olacağız, hem de toplum huzur bulacak.
İsterseniz bir gün hep birlikte bir deneyelim. 14 Şubat Sevgililer Gününde yüzleştiğimiz insanlara, çevrenizdekilere sevecenlikle bakalım. Göz teması kurup, onlara tebessüm edelim. Selam verip, hatırlarını soralım. Bunu yapabiliyor ve bundan dolayı içimizde bir sevinç, bir genişlik hissediyorsak, “bizde hala iş var” demektir.